|
|
 |
İSHAK PAŞA SARAYI
Saray binasının oturduğu zemin vadi yakası olduğundan, kayalık ve serttir. Eski Bayazıt şehrinin merkezinde olmasına rağmen, 3 tarafı (Kuzey, Batı, Güney) dik ve meyillidir. Sadece doğu tarafında düzlük bulmak mümkündür. Sarayın giriş kapısı buradandır. Kapladığı alan 7.600 m² dir. Saray kendi içinde bir bütünlük arz etmektedir. Sarayın dış yapısı taş işçiliği ve oymacılığı ile belirgindir. Altın kaplama olan giriş kapısı 1877–1878 yıllarındaki Rus işgalinden sonra, Ruslar tarafından sökülerek kıymetli eşyalarla birlikte Moskovaya götürüldüğü iddia edilmektedir. Aynı zamanda bazı kitabeler tahrip edilmiş ve belgeler kaybolmuş. Rus istilasında saraydaki bazı değerli eşyaların ve Sarayın kütüphanesinde bulunan kitapların Rusya’ya götürüldüğüne dair bilgiler de var.
Saray mimari ve stil bakımından şu bölümlerden meydana gelir;
1-Dış Cephe, 2-Birinci ve ikinci avlu, 3-Cami Binası,4-Aşevi,6-Hamam,
7-Merasim ve eğlence salonu, 8-Takkapılar, 9-Cephanelik ve erzak depoları, 10-Türbe Binası,
11-Fırın, 12- Daire ve odaları, 13-Zindan, 14-Cümle kapısı,
15-İç mimariden bazı bölümler(kapılar, pencereler, dolaplar, şerbetlikler, şömineler vs).
Saray, iki avlu ve bu avluda bulunan yapılar topluluğundan meydana gelmiştir. Birinci avludaki yapıların bazıları yıkılmıştır. Saray, 366 odalı olarak inşa edilmiştir. Üst katları yıkılmış olduğundan Sarayın gerçekte toplam kaç oda ve bölümden meydana geldiği bilinmemektedir. Halk arasında bilinen 366 odalı saray görüşü doğru kabul edilmektedir. Ancak binaların üst kısmı çökmüş ve hatta temeline kadar sökülmüş odalar mevcuttur.
O dönemki uygarlıkların mimari ve motiflerinin süslemeleriyle öne çıktığı, yüksekliği 11.80, genişliği 10.60 ve derinliği 4.80 metre olan görkemli ana giriş taç kapısından (sarayın tek giriş kapısı) içeri girince Selamlık denilen birinci avlu ile karşılaşılıyor. Bu kısmın etrafında tek katlı nöbetçi odaları, tuvalet, çeşme, mühimmat ve silah depoları, muhafız koğuşları ve altında zindanları, at ahırı, araba hangarı yer alıyor. Girişte sağ tarafta, üzeri bitki desenli motiflerle süslü olan çeşmenin musluklarından sadece su değil, sarayın bir üstündeki tepedeki bir havuzda sağılan koyunların sütü de bir ana borudan buraya akıyormuş.
İkinci avlu ya da yapı grubu sarayın en önemli bölümü.Buraya, iki tarafında selvi ağacı kabartması olan, yaklaşık 10-11 metre yüksekliğindeki tac kapı, ardından üstü kapalı bir tünelden geçerek ulaşılıyor. Dört tarafı yapılarla çevrili ikinci avlu dikdörtgen planlıdır. Girişe göre sağ tarafta cami ve türbe bulunmaktadır. Sarayın ikinci avlusundaki türbe, kesme taştan yapılmıştır. Duvarları geometrik motiflerle süslüdür. Bu türbede Çolak Abdi Paşa, İshak Paşa ve yakınları yatmaktadır.
Sarayın en şaşaalı bölümü, etrafında idari işlerin ve dini ibadetlerin yapıldığı divan salonu, cami, medrese, divan misafirleri odaları, hizmetli odaları, zahire ambarları ve Paşanın özel yaşamı için ayrılmış bölümlerinden oluşuyor. Zeminden iki metre yüksekte yer alan kısma, süslü taç kapıdan geçip, dokuz basamak çıkarak hole ulaşılır. Holün güneydoğu köşesinde divan salonunun giriş kapısı, kuzeybatıda camiye bağlanan koridor kapısı, özel odalara açılan kapılar ve üst kata çıkan merdiven girişi var. Hepsinde pencere olan üç oda da, birbirine bağlanmış. Bunlar hoca, müezzin gibi cami ve medrese personeli için yapıldığı söyleniyor.
Kış mevsimlerinde sarayın kalorifer sistemine benzer bir yöntemle ısıtıldığı bilinmektedir. Bu nedenle de sanat tarihinde dünyanın ilk kalorifer sistemli yapısı olarak geçmektedir. Her odada taştan yapılmış ocaklar vardır. Taş duvarlardaki boşluklar bütün yapının merkezi bir ısıtma sistemine sahip bulunduğunu göstermektedir.
Dıştan tümü ile kesme taştan yapılan cami ve türbenin pencere kenarları ve yüzeyleri zengin bitki, hayvan motif ve mimari öğelerle süslenmiştir. Başta kapılar olmak üzere zengin kabartma ve süslemelerle bezenmiştir. Türbenin üzerindeki işlemeler ise inanılmaz güzel. Sarayın detayları ve süsleme sanatı anlatılacak gibi değil, mutlaka gidip görülmesi gereken bir şaheser.
Bazid şehrine 8 km. uzaklıkta, ulaşımı oldukça kolay bulunan İshak Paşa Sarayı, dünyada eşine rastlanmayacak kadar güzel bir görünüme sahiptir. Saray’da, İran, Kürt, Hint ve Ermeni kültürüne ait süslemelerin ve motiflerin olduğu görülüyor. Saray süsleme, kabartma ve mimarisine hâkim olan Aryan tarım toplumunda kalan kültürdür. Her ne kadar bazı eserlerde, Osmanlı Sarayı veya Selçuklu yapı tarzı gibi söylemler geçse de, böyle olmadığı açıktır. Avrupada olduğu gibi, Ortadoğu’da da eski yapıların birbirine kısmen benzemesi normaldir. Bu durum, Sarayın Osmanlı veya Selçuklu tarzı olduğunu ispatlamaz. Kaldı ki Saray ile Selçuklular arasında 500 yıllık bir zaman dilimi vardır. Daha çok, hepsinin ortak yanları olduğunu gösterir. Zaten İshak Paşa Sarayı gibi ya da ona benzer başka bir örnek de yok. Nasil ki Topkapı farklı bir stil ise, İshak Paşa Sarayı da öyle.
Çeşitli ülkelerden gelip sarayı ziyaret eden Marco Polo ve ünlü Ruş şairi Puşkin gibi sayısızca gezgin ve aydınların birçoğu sarayın mimari harikasına karşı duyduğu hayranlığı gizleyememişler. Moritz Wangner adlı Alman yazar 1841’de sarayı ziyaret ettiğinde muayede salonu ile ilgili olarak gördüklerini, ”Duvarları aynalar ve altın yaldızlarla kaplanmış bu ihtişamlı salonu gezerken hayranlığımı gizleyemedim” diye yazmış.
 glitter-graphics.com
AĞRIDAĞI (Ararat-Agirî)
Bazid ovasının kuzeydoğusunda yükselen ve 5165 metreyle sadece Ortadoğu’nun değil, aynı zamanda Avrupa’nın en yüksek zirvesi olan volkanik Ağrı Dağı, büyük turizm potansiyeline sahiptir. Burası dağcılık sporuyla ilgilenenlerin aradığı bütün özelliklere sahiptir. Amatör dağcıların rahatlıkla çıkabileceği kolay güzergâhları olduğu gibi profesyonel dağcıların zorlukla tırmandıkları yerleri de vardır. Tırmanış mesafesinin yüksek olması ve çıkışın başladığı yere kadar motorlu araçlarla gidilebilmesi de önemli bir avantajdır. İşte bu gizemli ve heybetli dağa ulaşmak için Bazid en önemli eşiktir. Asırlardır birçok gezginin uğrak yeri olan ilçe, dağ turizmi açısından uzun yılların donanımı ve deneyimine sahiptir.
Ağrı ve Iğdır illeri sınırları içerisinde bulunan Büyük Ağrı Dağı ile Küçük Ağrı Dağı’nı kapsayan alanın “Ağrı Dağı Milli Parkı” olarak belirlenmesi, Türkiye Çevre ve Orman Bakanlığının 14.10.2004 tarihli ve 6669 sayılı yazısı üzerine, 2873 sayılı Milli Parklar kanununun 3. maddesine göre Bakanlar Kurulunca 01.11.2004 te kararlaştırılmıştır. Böylece Ağrı Dağı Türkiye’nin 35.Milli Park özelliğine sahip alanı olmuştur.
Çeşitli topluluklar Ağrı Dağını kendi dillerinde adlandırmışlardır. Kürtçe de Gri dax, Türkçede Eğri dağ da denilen Ağrı Dağı’nın en yaygın adı Ararat’tır. Farsçada Kuh-i Nuh, Ermenice de Masis, Arapçada Cebel ûl Haris(Büyük Ağrı) adıyla anılmaktadır. Ararat adının Nuh efsanesinden geldiği belirtilir. M.Ö. Ortadoğu tarihinin en geleneksel kaynağı olarak bilinen eski Ahid’in(Tevrat) beş kitabından ilki olan Tekvin’de Ararat ilk kez şöyle geçmektedir”Ve gemi yedinci ayda, ayın on yedinci gününde Ararat dağları üzerine oturdu.”(8.Bap 4.Ayet)
Ağrı Dağının ilk tırmanışı kayıtlara göre 9 Ekim 1829 yılında Prof. Frederic Von Parat tarafından gerçekleştirilmiştir. Son 9 sene boyunca tırmanışa kapalı olan dağ tırmanışlarının tekrar başlatılması 2000 yılının başlarında olmuştur.
Türkiye’nin en yüksek dağı olan Ağrı dağı, Bazid ilçesinin en önemli sevdası, bir doğa harikasıdır. Yaklaştıkça büyüklüğü ve güzelliği ile insanı hayran bırakan, zirvesinden kar eksik olmayan bu heybetli dağ, bölge insanının yaşamının her kesitine, her karesine yüzyıllardan bu yana damgasını vura gelmiştir. Yüzyıllardır gezginlerin ve bilginlerin dikkatini çeken Ağrı Dağı ülkemizde ve dünyada türkülere, efsanelere, araştırma ve mitolojiye en çok konu olan dağ unvanını da taşımaktadır. Nitekim Nuh tufanı öncesinde Hz. Nuh ve bindiği geminin sular çekilince bu dağda karaya oturduğu asırlardır söylenegelmiştir. Tarih araştırmacılarının ve bilim adamlarının ilgi odağı olmasının bir nedeni de budur.
Bu dağın Bazid ovasından yekpare bir kitle halinde birden yükselivermesi onun şahane görüntüsünün temel sırrı olsa gerek. Himalaya ve Ant’lar gibi ulu dağlarda bu yükselme tabaka tabaka olduğu için, birdenbire yükselen Ağrı Dağının bu görkeminden yoksundur.
 glitter-graphics.com
 glitter-graphics.com
BALIK GÜLÜ
Doğubayazıt’ın 60 km kuzeybatısında, deniz yüksekliği 2.000 metre, 24 kilometrekare alanında lav seti gölüdür. İlçemizin turistik ve mesire yerlerinden biri de Balık Gölü’dür. Göle en kısa yol, Taşlıçay üzerinden çıkan yoldur. 27 kilometrelik bu yolu 60 kilometre Doğubayazıt yolu tamamlar. Yani Balıklı Gölü'ne hem Doğubayazıt üzeri hem de Taşlıçay üzerinden gidilir. Alabalığı ile ünlü bu gölümüz tatlıdır. Gölde yetişen kırmızı pullu''kızıl alabalık''lezzetinden öte, kırık, çıkık gibi ortopedik tedavilerde ilaç kullanılmaktadır. Bu alabalıklardan kıyısındaki karpuz çatlatan çeşmelerde su içmek suretiyle bir insan 3 kiloya kadar balık kızartması yiyebilir. Göl tabii güzelliğe ve sade bir manzaraya sahiptir. Yetiştirilmesi mümkün olmasına rağmen etrafı ağaçsızdır. Gölün ortasında küçük bir ada vardır. 4 dekar genişliğinde olan ve bir tarihi harabenin bulunduğu adaya kayık ve motorlu kayıklarla gitmek mümkündür. Tabii bitki örtüsü ve güzelliğiyle yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çeken gölün etrafında, 1985 yılında hizmete giren konaklama tesisleri bulunmaktadır. Doğubayazıt merkez içme suyu bu gölden sağlanmaktadır.
GÖLYÜZÜ VE SAZ GÖLÜ
Büyük Ağrı ve Küçük Ağrı Dağı'nın güney eteklerinde havzada, düzlüğün bozulmuş olduğu yerlerde küçük göller bulunur. Göl yüzü ile saz gölü bunlar arasında en önemlileridir
 glitter-graphics.com
BUZ MAĞARASI
Küçük Ağrı Dağı'nın güney eteğinde Hallaç köyünün 3 km kuzey doğusunda, meteor çukuru ile aynı lav tüneli üzerinde bulunan doğal anıt mağarasıdır. Mağara, uzun eksenli elips biçiminde, yaklaşık 100 metre uzunluğunda, 8 metre derinliğinde yayvan bir çukurdur. Mağaranın ağzı esas çukura göre biraz yukarıda kalmaktadır. İçinde bazalt lavlar, kayalar ve bu kayaların üzerinde saf ve temiz suların donmasıyla oluşmuş buz tabakaları vardır. Kışın fazla soğuk olmayan bu mağara, hava akımının etkisiyle yukarıdan damlayan suları dondurarak buza çevirmektedir. Doğubayazıt ilçesinin en sıcak yerinde böylesine geniş bir çukurda dışarıdaki sıcaklığa zıtlık gösteren buzdan sarkıt ve dikitler, insanı şaşırtacak şekildedir. Mağaranın ağzından süzülen, güneş ışığı mağara içindeki buzlar üzerinde ışık oyunları yapmaktadır. Doğubayazıt ovasında çok sayıdaki bataklıktan anlaşılacağı üzere yer altı suyu tablası çok yüksektir. Bu durumda hava akımının mağaraya doğru uzanan lav tüneli aracılığıyla mağaranın dip kısmından gelip mağaranın içini soğutan ve mağara tavanı üzerindeki kaya kesiminden süzülerek damlayan suyun donmasına yol açan bu soğuk havanın özel bir bileşimi olduğu sanılmaktadır. Mağara içinde kuşların yuva yapması, şimdiye kadar mağara içinde kimsenin etkilenmemesi ve devamlı buz-su alınması, hava bileşiminin zehirsiz olduğunu göstermektedir. Yöre halkının BUZLUK olarak adlandırdığı bu mağara, çevresindeki insanların su ihtiyacını karşılamaktadır
 glitter-graphics.com
Meteor Çukuru
1913 Yılında göktaşının düşmesi sonucu oluşan çukurdur. Dünyada Alaska’daki Göktaşı çukurundan sonraki ikinci büyük çukurdur.
Doğubayazıt’ın 35 km doğusunda, İran sınırına 2 km uzaklıkta, Gürbulak sınır kapısı ile Sarı çavuş (Gülveren) köyü arasındadır. Meteor Çukurunun genişliği 35 metre derinliği ise 60 metredir. Göktaşının üzeri bir toprak tabakası ile örtülüdür. Düştüğünde kor halinde olan dev göktaşı, heybetli Ağrı dağının yanı başında dağ eteğinin sertliğini hiçe sayarak, kayaları keskin bir bıçak gibi eritip parçalayarak toprağa gömülmüştür.
 glitter-graphics.com
Nûh'un Gemisi
İnsanlığın ortak inanç değerlerini taşıyan Nuh’un Gemisi'nin, kutsal kitapların kimine göre Ağrı Dağı'nda (Ararat), kimine göre ise Cudi Dağı'nda olduğu belirtilmiştir. Ararat adının Nuh efsanesinden geldiği belirtilir. İ.Ö.Ortadoğu tarihinin en geleneksel kaynağı olarak bilinen eski Ahit şöyle geçmektedir''ve gemi yedinci ayda, ayın on yedinci gününde Ararat dağları üzerine oturdu''. (8.bap 4.ayet)Ağrı Dağı bu nedenle bütün güzellik ve ihtişamının yanında, Gayri Müslimlerce kutsal ve efsanevi bir değer olarak tanınır. Ayrıca 1985 yılında keşif uçuşu yapan uçağın pilotu tarafından Doğubayazıt -Üzengili (Meşar) köyü civarında çekilen hava fotoğrafının incelenmesinde, heyelan bölgesi bir alanın ortasına oturmuş gemiyi andıran bir kalıntı tespit edilmiştir. Cudi Dağı'nın uzantısı olan bu bölgede 1982 yılında Amerikalı astronot olan İrvin tarafından başlatılan araştırmaya, yine Amerikalı arkeolog David Feson da iştirak etmiştir. Amerika'daki bir vakıf tarafından finanse edilen bu araştırmada Hristiyanların kutsal kitabı İncil'de gemiyle ilgili verilen bilgilere uygun ölçümler yapılmıştır. Ayrıca yapılan arkeolojik çalışmalarda tahta parçaları bulunmuştur. Bölgedeki fosillerin incelenmesi de iddiaları doğrulayacak durumdadır. Ülkemizin araştırmacı kurumlarından Ankara ve Erzurum Üniversiteleri Arkeologları da araştırmalarında elde ettikleri bulgularla Amerikalı araştırmacıları doğrulamaktadır. Kültür ve Turizm Bakanlığı gemi kütlesinin''korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı''özelliği 3657 Sayılı kararı ile 1987 de burayı sit alanı ve açık hava müzesi olarak koruma altına almıştır.
Geminin kalıntısının kuşbakışı olarak görülebileceği yere turistik niteliklere sahip kafeterya yapılmıştır. Nuh'un Gemisi'nin varlığı daha ayrıntılı araştırma ve uluslar arası çapta bir tanıtımla hem ilçenin hem de ülke turizmine ve dolayısıyla ekonomisine büyük katkı sağlayacak bir potansiyele sahiptir.
 glitter-graphics.com
Ehmedê Xanî Türbesi
Halkın büyük moral değeri olan Şair ve Bilgin Ehmedê Xani’nin doğum tarihi, kendi eseri olan Memu Zin’de gösterilmiştir. Ehmedê Xanî hicri 1061 (M.S.1651) tarihinde Doğubayazıt’ta doğmuştur. Şair, Âlim, Bilgin, Kürt Dil Uzmanı, Filozof, Öğretmen, Pedagog, Saray Kâtibi vb gibi kimlikleri bulunan Ehmedê Xani’nin, Babası Şeyh Elyas, dedesi Eyaz, büyük dedesi de Rustem’dir. Xanî, onun soyadı gibidir. Bu iki nedenden kaynaklanmaktadır. Biri yerleşim alanına bağımlılığı diğeri de mensup olduğu aşirettir. Xanî aşiretine mensup olan Ehmed’in şöhreti olunca Xanî soyadıyla anıldı. Babası Şeyh Elyas, Bazid’in Diza Sor (Kırmızı Kale- Kızılıze-Orta Direk) köyünde kadılık görevinde bulunmuştur. Kızıldıze tarihi kervan yolunun İran’a açılan son kapısıdır. Buradan geçen kervanlardan alınan baç (haraç, gümrük harcı)ile İshak Paşa Sarayının inşaat finansmanı sağlanmıştır. Bugün Kızıldıze’nin temelleri harabe şeklindedir. Köyün eski mezarlığına Xanî Mezarlığı denmektedir.
Bölgede, özellikle de Doğubayazıt’ta halkın Ehmedê Xanî’yi çok sevdiği, neredeyse kutsal bir kimlikle donattığı, bilinen bir gerçektir. Çoğu kez yemin edilirken “Bi Sere Ehmedê Xanî”, “Bi Serê Xanî Baba” (Xanî babanın başı) denilmesi normalleşmiştir. Xanî’nin kabristanı, türbe ve camisinin bulunduğu alan, halkın hem mesire, hem de ziyaret yeridir. Mekânı ibadet, ziyaret, ümit (yani tedavi), hem de kutsal alan olarak ilgi odağıdır. Özellikle yaz aylarında ziyaretçilerle dolup taşmaktadır. Halk kendisini, Xanî’nin evladı, Xanî’yi de Baba olarak görmektedir. Doğmadan ve doğduktan sonra hemen her çocuk ona adanır. Her anne kendisini Zîn olarak algılar, çocuğunu da Mem û Zîn aşkına benzer aşkının hasadı sayar. Ehmedê Xanî’nin dini kişiliğine de muazzam bir bağlılık vardır. Yeminlerde mihenk taşıdır. Halkın günlük yaşamında her alanda yaşamsallaşmıştır.
Kürt aşiretlerini bir çatı altında toplamayı düşünen Ehmedê Xanî, yeni bir sosyal ve siyasal yapı oluşturmayı düşünüyordu. Tasarladığı ulus-devlet veya demokratik hukuk devleti sistemini “Mem û Zîn” de büyük bir ustalıkla işliyor. Ehmedê Xani’ye göre ortak kolektif bir irade olmadan birlik sağlanamaz, birey özgürleşmeden ortak irade oluşamaz, özgür iradeli bireylerden oluşmayan bir toplum kolektif bir irade yaratamaz. Ortak iradesi olmayan bir halkın dili ve kültürü gelişemez, parası değer kazanamaz, gelişemeyen güçsüzlüğe, güçsüz olan da tutsaklığa mahkûmdur. Bilgisizliğin neden olduğu tutsaklık yoksulluğa, sefalete ve cehennemi bir yaşama yol açar. Halkların özgürlüğünün kaynağı ”Demokratik Hukuk devletidir, “iradeyi bilim ve adaletle, ana gövdeye kan akıtan kalbi aşkla buluşturalım” der.
Ehmedê Xani ilk okumaya aile içinde babası İlyas’tan hukuk kuralları ilim kaynaklı bilgilerle okumaya başlar. Bir yönünü okula, bir yönünü de divana vererek eğitimini yapması sağlanır. Okulda bilim, divanda yaşam derslerinde büyüdükçe okuma düzeyi de yükselir. Feqilik derslerinde Arapça öğrenir. O dönemde imkânı olanlar yüksek öğrenimlerini feqi okullarında yaparlardı. Ehmedê Xani için bu imkânlar oluşur. Beyazıt’taki Muradiye medresesine gider. Bir süre sonra Beyazıt ve çevresindeki tüm camileri gezer ve Ahlât ve Bitlis medreselerinde öğrenim görür. Botan ve Mezopotamya da devam eder öğrenimine. Bağdat, Şam, Halep ve İran medreselerinde uzunca yıllar öğrencilik hayatı yaşar. Kâbe’yi tavaf ettiği, Mısıra gittiği yazdığı eserinin içeriğinde açıkça görülmektedir. Bilhassa Suriye medreselerinde Antik Yunan felsefesini, Mezopotamya ve İran medreselerinde de tasavvufu
(İslam felsefesini)astronomi, şiir ve sanat tekniğini öğrenmiştir. Bunun yanında, buralarda Feqiye Teyrana, Ehmedi Ciziri’ye Hipokrat’a, Platon’u, Aristo’yu Farabi’yi, Şahabettin Sühreverdi’yi, Mühyettin Arabî’yi, Ali Heriri’yi, Firdevsi’yi, Ömer Hayyam’ı, Nizami’yi ve birçok ilim adamlarını öğrendi. Her yerde isim yapmış âlimlerle araştırır. İlmi ve bilimi daha da ilerletmek için onların yanında diplomasını aldıktan sonra Beyazıtt’a eğitim vermeye çalışır.
Şair, Bilgin ve Filozof Ehmedê Xani, ardında birçok eser bırakmıştır. Bunlar önemli ve edebiyat tarihinde paha biçilmez bir değere sahiptir. Bilinen üç eserin dışında 74 şiiri tespitlidir. Coğrafya ve Astronomi ile ilgili “Erde Xweda” adlı eserinin var olduğu yaygın bir kanıdır. Bilinen eserlerinde önce Nûbara Biçukan (Çocuklar için ilk meyveler–1683-),sonra Aqideya İmanê (İmanın Şartları–1687-) ve 1695’te şaheseri olan Mem û Zin’i (Onlar Destan’ı) bitirmiştir. Ehmedê Xani’nin eserleri okunup incelendiğinde ortaya üç sonuç çıkmaktadır;
Birincisi; Ehmedê Xani, Kürtçenin yanı sıra Arapça, Farsça ve Türkçeye de hakim olmasına karşın, edebiyat metinlerini yalnızca Kürtçe yazmıştır.
İkincisi; bir filozof, düşünür olarak Ehmedê Xani, yazılarını, halkı adına düşüncelerini yaymanın bir yolu olarak kullanmıştır.
En son olarak da Ehmedê Xani, bütün yazılarında öncü, yetenekli ve yaratıcı bir şair ve yazar kimliğini birleştirmektedir.
Ehmedê Xanî’nin üç önemli eseri;
1- Nûbara Biçûkan (Çocuklar İçin İlk Meyveler – 1683)
32 Yaşındayken çocuklara yönelik yazdığı Nubara Biçûkan adlı eser, bir eğitim manifestosu niteliğindedir. Çocuklara yönelik bu eseriyle karşımıza bir eğitmen ve pedagog olarak çıkmaktadır. Xani’ye göre ;”Eğitimin teorisi özgürleşmektir. Bu kitap, Ehmedê Xani’in masum biçimde yazdığı Arapça-Kürtçe bir sözlüktür.
Nübara Biçukan, çeşitli şiirsel uyaklar ve ritimlerle yazılmış 14 bölümden oluşmaktadır. Her bölüm öğrenmenin ve dürüstlüğün yararları, öğretmenlerin görevleri, sabırlı olma, mücadele, bilgiyi pratikle bütünleştirme ve daha birçok başka konuda içten bir öğütle başlar. Nûbara Biçukan Kürt dil tarihindeki ilk sözlüktür. Ondan önce başka bir Kürt sözlüğü yoktur. Bu Ehmedê Xani’nin Kürt diline büyük bir önem verdiğinin ve bu dilin gelişmesi için uğraştığının açık bir kanıtıdır.
Ehmedê Xani, bu eserinde çocuklara aklın ve bilimin yolunu gösteriyor, onlara anadillerinin yanında evrensel bilim dilini öğrenmelerini öğütlüyor. Bu eserin kurgusu şudur; Kendinizi tanıyın, kendinizle ve çevrenizle barışık olun. Eğitimin birinci aşamasında insan kendi gerçeğiyle karşı karşıyadır, Ehmedê Xani çocuğa bunu öğretmeye çalışıyor, bu eserinde hem pedagoji, hem de Kürt diliyle ilgileniyor. Ehmedê Xani’nin bu çalışmadaki amacı hem bir eğitim sistemi oluşturmak hem de Kürtçeyi kurallı olarak çocuklara öğretmektir.
2-Eqideya İmane (İmanın Şartları -1687)
Eqideya İmanê (İmanın Şartları) Ehmedê Xani’nin İslam’ın temellerinden söz ettiği, insanlara tapınmayı ve din konularını Kürt dilinde açıklamaya çalıştığı, 73 beyitten oluşan uyaklı bir dini kitaptır. Bu kitabın önemi; Kürtçe yazılmış olmasıdır.
Ehmedê Xanî ikinci eseri olan Eqîdeya İmanê’yi 1687 de gençlere yönelik olarak yazmış. Bu eserinde kararlı ve inançlı bir gençlik yetiştirmenin yöntemlerini belirliyor. Hedefe kilitlenmenin, bunun pratiğini yapmanın yol ve yöntemlerini anlatırken; “Birey tarihini, coğrafyasını, yöresini, kültürünü ve edebiyatını bilmeli, doğrulara yandaş olmalı, köleliği reddetmeli ve hür iradeyi esas almalı, amacını Kâbe gibi görmeli ve ondan hiç şaşmamalı “ diyor. Ehmedê Xanî, Eqîdeya İmanê çalışmasıyla da gençleri eğitmek ve belli bir hedefe yönlendirmek istiyor.
3- Mem U Zin (1695)
Ehmedê Xani’nin şaheseri olan Mem û Zîn’i (Onlar Destanı ve Kürtlerin Kurtuluş Destanı olarak da anılıyor) Dönemin Kürt toplumu, etnografik, ticaret, tarih, astroloji, Kürt edebiyatının düzeyi, Kürt gelenekleri ve görenekleri, aydınların yaşam biçimi, medrese eğitimi, tasavvuf ve felsefe, kültür ve sanat yönlerinden ele alınmış bir eser özelliğindedir. Eserin Kürt toplumunun üç yüz yıl önceki yaşamına ayna tuttuğu söylenebilir.
Bir aşk destanı olarak görülen eser, gerçekte ise bir aşk destanından çok, Ulusalcı içeriği, felsefi, tarihi, sosyal, dinsel ve sanatsal estetiğiyle bir manifesto niteliğindedir. Ayrıca destan kusursuz bir şekilde, düşünce, hayal ürünü ve öğretilerini içerecek bir çerçeveye dönüştürülmüştür.
 glitter-graphics.com
Bazîd'te Dengbêjlik Kültürü
Yaşadığımız topraklarda, Kürtlerin uzun yıllardan bu yana çok zengin bir sözlü edebiyatları var olmuştur. Çeşitli nedenlerle yazılı edebiyat fazla gelişmemesine rağmen zengin bir Kürt klasik sözlü edebiyatının da olduğu bir gerçek.Kürtler tarihleri boyunca kültürlerini sözle icra etmek zorunda bırakılmıştır. Sözlü edebiyatın bugünlere kadar sürmesinde, toplumun önemli kesiminin hala kırsal yerlerde yaşıyor olması ve tarihin derinliklerinden gelen güçlü bir dengbejlik geleneğinin etkisi olduğunu belirtebiliriz. Geçmişten günümüze, Kürt ses ve müzik sanatına büyük hizmetleri olan dengbejlik geleneğinin eskisi gibi sürmediği de bir diğer gerçek. Dengbej kelimesi Kürtçede bir sözü sözle aktarmak anlamını içerir. ‘Deng’ ses, ‘Bêj’ söyle, aktar anlamındadır.
Son yıllara baktığımızda dengbejlik geleneği teknolojik gelişmelerin etkisiyle yeni müzik tarzlarının ortaya çıkması ve dengbêjlik sanatının birçok nedenlerden kaynaklı yeni döneme dönüşmenin imkânlarının bulunmaması nedeniyle artık tarihe mal olmuş bir sanat dalı olmuştur. Hâlbuki sözlü edebiyat geleneğimizin vazgeçilmez parçası olan dengbejlik klasik operadan tutun çağdaş müzik tarzlarına uyarlanması için fazlasıyla malzeme sunmaktadır. Her ne kadar dengbejlik alanında çalışmaları olan bazı kurumlar olsa da, daha fazla çalışılması gerektiği ortadadır. Bilindiği üzere eskiden dört mevsim dengbejler, köy, kasaba ve ilçelerin gecelerinde bir ışık gibi evlerin aydınlatma gücünü oynuyorlardı. Hele uzun kış gecelerinde, ya da düğünlerde, özel günlerde ve bayramlarda toplanan halka stranlar söylerken dengbêjlerin toplumdaki yeri çok farklı idi. Ortamda kendisini dinleyen kişilerle çok güzel kevloklarla ilişki kuruyordular. Dengbejler, toplulukla daha iyi bağlar kurabilmek için şarkıyı yarıda keserek, söylemekte olduğu şarkının öyküsünü anlatmaya başladığı zamanlarda bile bilerek öyküyü önemli bir yerinde kesip bir ertesi güne bıraktığı zamanlar da oluyordu. Bugün orta kuşak insanların hala özlemle andığı dengbejlik geleneğimiz tarihimiz, kültürümüzün ta kendisi idi.
Doğal olarak dengbejlik kültüründen bahsettiğimizde akla ilk gelen bölge Serhat’tır. Serhatta tanınan en önemli dengbejlerden bazıları da Bazid’lidir. Bazidli Dengbejlerden en tanınanları Dengbej Seyadê Şame ,Tahiro, Mehme Salih ve Dengbej Kerem’dir.Bunların yanında Ehmedê Zeynel ve Zahıro da oldukça tanınan dengbejlerdi.Yakın tarihlerde bu dengbejlerden etkilenen ve müzik alanında oldukça tanınan Serhat Karakaş, İbrahim Tekdemir, Hakan Akbaş,Yunus Gül tekin’i sayabiliriz.Ayrıca hala çeşitli zamanlarda ilerleyen yaşlarına rağmen kendilerini gösteren Zeki Şahin,Yusuf Akkuş ,İsmaile Dize,Fatma Karayel ve Rıfkı Söyleri sıralayabiliriz..Bu isimler toplumumuzda var olan dengbejlik geleneğinin sürmesinde büyük öneme sahiptirler. Belirtilen isimlerin yanında özellikle köylerde bu geleneği sürdürüp, daha sonra çeşitli nedenlerle bırakan onlarca ismi de burada anmak gerekir. Bu isimlerin büyük çalışmaları yanında, bunlarla ilgili bir çalışmanın olmayışı ve arşiv oluşturulmaması büyük bir eksiklik olarak değerlendirilebilinir.
 glitter-graphics.com
Halk Dansları ve Giyik Kuşam
Önemli bir bileşeni olduğu Kürt folklorunun zenginliğinden, Kürt halk dansları da payını almıştır. Başlangıçta, en önemli enstrüman olarak kabul edilen ses eşliğinde (şarkılar) icra edilen Kürt halk danslarına, sonraları geleneksel Kürt enstrümanları kaval, tulum, davul-zurna ve diğer kimi sazlar eşlik etmeye başlamıştır. Dolayısıyla, Kürt halk danslarının tamamının güftesinin bulunduğu iddia edilebilinir. Enstrümanların kullanılması ve Kürtçenin uzun yıllar boyunca ağır baskı ve yasaklarla boğuşması sonucu, bugün önemli bir bölümü yalnızca müzikal olarak icra edilse de, özellikle Serhad yöresinde şu anda oynanan hemen hemen tüm oyunların şarkı sözlerinin bulunması, bu iddiayı güçlendiren bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Kürt halk şarkıları esas olarak Dengbêj’ler (Kürtçede sözün sözle aktarıldığı sanat dalı) tarafından icra edilmektedir. Kürt müziğinde temel bir unsur olarak ortaya çıkan Dengbêj’ler, Kürt halk danslarının da ayrılmaz bir parçasını oluşturur.
Yörenin coğrafik yapı ve iklim koşulları bakımından çeşitlilik göstermesi, Kürt halk danslarının da çeşitlilik ve dolayısıyla da zenginlik kazanmasının temel nedenlerinden biri olarak bilinir. Kara ikliminin hüküm sürdüğü, kışların sert geçtiği, hayvancılık ve yarı-göçebeliğin hala var olduğu Serhad bölgesinde kullanılan enstrümanlar ve oyunlarla, nispeten daha ılıman bir iklime sahip ova bölgelerindekiler farklılık göstermektedir. Bu farklılıklar aynı zamanda düğün, şenlik vb. törenler ile geleneksel giysilerde de ortaya çıkmaktadır. (Burada Kürt halk dansları ve enstrümanlarındaki zenginlikten söz ederken, özellikle sınır bölgelerinde komşu halklarla olan ilişki ve etkileşimi de değerlendirme dışında tutmamak gerekir.)
Kürt halk dansları, govend olarak isimlendirilir. (Kimi bölgelerde „dîlan“ terimi de kullanılmaktadır.) „Go“ ve „vend“ kelimelerinden oluşmuş bir bileşik isim olan Govend, „birlikte söyleyip oynamak“ olarak tercüme edilebilir. Govend’ler, Yörenin değişik bölgelerinde büyük bir çeşitlilik ve zenginlik gösterir. Kimi zaman göçerlerin hayatlarını, dört mevsim boyunca doğayla mücadelelerini anlatırken(Koçerî), kimi zamanda, doğayla iç içe yaşam, hayvanlarla olan ilişkiler de Kürt halk danslarına kaynak oluşturmuştur. (Qaz Qaz-) Aşiret çelişkileri, ağaya karşı köylünün başkaldırısı, Kürt halk danslarının önemli bir parçasını teşkil eder. (Eloyê Şıvan)
Tüm bunların yanı sıra, düğün, bayram, şenlik vb. törenlerde, Yörenin hemen hemen tüm bölgelerinde, özellikle de davul-zurna eşliğinde oynanan Çarpapax, Delîlo, Lorkê, Benî, Giranî, Hesiko, Baso, Laçî, Henê vb. oyunlar, adeta Kürtlerin tüm hünerlerini sergiledikleri birer seremoni olarak ortaya çıkarlar.
Govendin karakteristik özelliği, genellikle omuz omuza, el ele ya da kol kola, bir arada oynanıyor olmasıdır. Açık alanda yapılan düğünlerde, zaman zaman 200–300 kişilik halkalarda kadın-erkek birlikte dans eder. (Dinin etkisiyle bugün kimi bölgelerde kadın ve erkeklerin ayrı ayrı dans etmeleri bu gerçeği değiştirmemektedir.)
Kürt giysilerinin (özellikle de kadın giysilerinin) karakteristik bir özelliği, doğada var olan tüm renkleri taşıyor olmalarından kaynaklanıyor. Kürt kadın giysileri adeta bir renk cümbüşü görünümündedir. Heftreng (yedirenk) Kürtler arasında adeta bir simgedir. Düğün, bayram vb. özel günlerde giyilen giysilerle, günlük yaşamda kullanılanlar farklılık gösterse de, geleneksel Kürt giysilerinin çeşitliliğinde esas olarak coğrafya ve iklim koşulları etkili olmaktadır. Yüksek rakımlı ve soğuk bölgelerde kalın kumaşlardan ya da hayvan derisinden yapılmış giysiler, sıcak bölgelerde, iklime uygun, daha hafif kumaşlardan yapılan giysiler göze çarpmaktadır. Kadın ve erkek giysileri kimi bölgelerde değişik isimler alsalar da Kadın Giysilerini şöyle sıralaya biliriz Dêre, Xeftan, Kiras, Hevalkiras, Derpê, Qirtoşke, Mêzer, Gore, Pêlav, Kufî, Kênber; Erkek giysileri ise: Çarix, Lekan, Şalwar, Êleg, Îşlig, Mîntan, Kurtik Kulik, Şutik vb.) bugün ulusal Kürt giysisi dendiğinde ilk akla gelen Şal û Şapik“dır. Fabrikasyonun etkisiyle bugün yok olmaya yüz tutmuş olsa da, geleneksel dokuma tezgâhlarında, kıldan dokunan şal û şapik, Kürtlerde ulusal bir simge olarak kabul edilmektedir.
 glitter-graphics.com
Doğubeyazıt Kalesi ve Şafi Camii
Doğubayazıt Kalesinin yapılış tarihi bilinmemekle beraber, 4. yüzyılda Urartular tarafından küçük çapta savunma yeri olarak yapıldığı sanılmaktadır. İshakpaşa Sarayı’nın kuzey doğusunda sarp kayalıklar üzerinde inşa edilmiştir. Kayalığın orta kesiminde tapınak ve mağaralar mevcuttur. Ermeni ve Yezidiler bunları geçici ibadethane olarak kullanmışlardır.
Bu kalenin diğer adı da CİNVİZ kalesidir. Kalenin içindeki tepede iki katlı Paşa Konağı denilen bir konak yapılmıştır. Bazı tarihçilere göre 1401 yılında Yıldırım BAYAZIT tarafından kale onarılmış. Kalenin dibinde ise Şafii Camii olarak bilinen camii yer almaktadır. Camii kubbesinin çökme tehlikesi ile karşı karşıya olmasından dolayı, camii şu anda ziyaret ve ibadete kapalıdır.
 glitter-graphics.com
YEMEK KÜLTÜRÜ
Bazid ilçesinin yemek kültürü hem zengin hem de aynı bölgede komşu oldukları birçok yerleşim yerinde olmamasından dolayı kendine has bir özellik taşımaktadır. Bu durum aynı zamanda zengin Mutfak kültürünün korunarak bugünlere taşınmasını sağlamıştır. Bu anlamıyla Bazid mutfak kültürünün köklü bir geçmişe sahip olduğunu belirtebiliriz.
A- ÇORBALAR
1- Ayran Aşı: Döğme (kabuğu alınmış buğday) ,suda iyice haşlanıp, suyu süzülür. Gerekli miktarda hazırlanan ayran, bir adet yumurta ve yeterince tuz döğmenin üzerine karıştırılarak, eklenir. Kekik otu ve nane eklendikten sonra, kaynamaya bırakılır. Yoğurdun ekşime yapıp bozulmaması için, çorba pişinceye kadar sürekli olarak karıştırılır.
2- Erişte Çorbası: Yeşil mercimek ayrı bir kapta haşlanır ve suyu süzülür. Hazırlanan kurut bunun üzerine dökülerek, su ile birlikte biraz kaynatıldıktan sonra, üzerine erişteler eklenir. Kurutun bulunmadığı zaman, bunun yerine ayran konulur. Üzerine tuz, reyhan veya nane eklenir. Ayrı bir tavada eritilen tereyağı içine soğan konularak, kavrulur ve pişen çorba içine dökülerek servise sunulur.
3-Çiriş Çorbası(Gulik): Çiriş haşlandıktan sonra, ince ince kıyılır. Başka bir tencerede eritilen tereyağı içinde un kavrulur ve kıvama gelince, içine bol süt ve et suyu ilave edilir. Ancak unun topak topak olmaması için, sürekli olarak karıştırılır. Kaynamaya başlayınca, içine çiriş otu katılır. Üzerine ince kıyılmış maydanoz konur ve sıcak servise sunulur.
 glitter-graphics.com
B- YEMEKLER
1-Abdigör Köftesi: Taze, yağsız ve sinirsiz sığır eti taş üzerinde sakız şeklini alıncaya kadar dövülür. Taşta döverken etin içinde sinir görülürse ayıklanır. Soğanlar rendelenir. Et ile karıştırılıp iyice yoğrulur. Etler arzulanan irilikte (tercihen 200 gr) yuvarlak toplar haline getirilip yağ ilave edilmeden sadece suda haşlanır. Haşlanan köftenin suyundan pilav yapılır.
Köfteler tabaklara bölünmüş pilav üstünde servis yapılır.
2- Saç Kavurma (Sêleqelî): Taze oğlak veya kuzu eti, kuşbaşı biçiminde küçük küçük parçalara ayrılır ve bir saç içine konur. İçine tereyağı ve tuz eklenerek, kavrulur. Et piştikten ve biraz dinlendirildikten sonra, üzerine sarımsaklı yoğurt dökülerek, açık tandır ekmeği ile birlikte servise konulur.
3- Halise: Oğlak ,ya da kuzu eti temizlenir, kemikleri çıkarılır ve hafifçe haşlanır.Daha sonra döğme , et ile birlikte bir güveç içine konulur ve tandır üzerinde pişmeye bırakılır.Yeteri derecede sıcak su ve tuz eklendikten sonra, pişme süresinde tahta kepçe ile sürekli olarak karıştırılır.Suyu çekildikçe sıcak su eklenir, et ve döğme eriyip maya haline gelinceye kadar tahta kepçe ile sürekli karıştırılır.Üç saatlik bir pişme süresinden sonra,yemeğin üzerine kızdırılmış pul biberli tereyağı sos yapılarak,servise konulur.,
4- Haşıl: Bir tencere içine kıyılmış çaşır otu, den (kabuğu alınmış buğday) ve yeteri derecede su ve tuz konularak, birlikte kaynatılır. Kaynama süresi içinde un ilave edilerek, yavaş yavaş karıştırılır. Piştikten sonra tabaklara konulan yemeğin üzerine eritilmiş tereyağı veya pekmez dökülerek, servise konulur.
5- Xengel: Un, su ile yoğrulduktan sonra bir saat kadar dinlendirilir. Sonra bir tava içinde doğranan soğanlar, tereyağında karamel haline gelinceye kadar kavrulur. Dinlenen hamur küçük parçalara bölündükten sonra, oklava ile genişçe açılır, küçük kareler halinde kesilen hamur kaynayan tuzlu su içine atılır. Hamurlar pişince suyu süzülür ve ayrı bir tabağa alınır, üzerine sarımsaklı yoğurt ve kavrulmuş soğan konularak servise sunulur.
 glitter-graphics.com
DOĞUBAYAZIT NE İLE MENŞURDUR
Beyaz Bal: Türkiye’nin en güzel çiçek ballarından biri buradan elde edilir. Bin bir renk ve çeşitli kokulardaki yayla çiçeğinden elde edilen bembeyaz balın tadına doyum olmaz.
Alabalık: Balık Gölü Çuma çayı ve derecik sularında bulunan kırmızı pullu kızıl alabalık enfes tadından öte yöre halkı tarafından kırık, çıkık gibi ortopedik tedavilerde ilaç olarak da kullanılır.
Halı ve Kilimler: Basit el tezgâhlarından yapılan halı, kilim, yastık ve heybe cinsinden eşyalar yerli koyunyünlerinin en güzellerinden yapılır. Her biri birer sanat eseri görünümünde olan bu eşyalar dünyaca tanınmaktadır demek yerinde olur.
Tiftik: Tiftikten elde örülen atkı, çorap ve eldivenler sonbahar-kış mevsimlerinde büyük rağbet görmektedir.
|
|
 |
|
|
|